Efendime söyleyeyim, malumunuz tüm sene okulda sürünüp, tüm yazını bütünlemelerle telef eden ey Türk gençliği artık okulların açılmasını umursamamakta, umarsızca ve şuursuzca “nerede ne etkinlik var kardeş?” şeklinde önündekilerin omuzlarını tıktıklar moda geçmektedir.
Bu “ne oldum” hatta “nasıl geçtim sınıfı” delisi insanlara örnek teşkil eder halde, altımda “şekil-1-a” ibaremle dolanırken “evet” dedim, “neden olmasın”. Güzel de filmler seçtim hani, “Bir gün de çıkar Bienal’e giderim artık oh oh enstalasyon enstalasyon!” şeklinde kendi çapımda eğlenir ve 2 ekim Pazar sabahı 11:00’e bilet alırken (Sizi külfetten kurtarayım. O matinede Charles Bukowski’nin Factotum’undan uyarlama filmimiz mevcuttu) ben ince hesapları yapmayı unutmuştum. Zira ince hesap kotamı, barajları geçmem için gerekli notları hesaplama sırasında doldurmuştum.
İnce hesaplar aslında pek kocamandı da görememiştik. Mesela, o gün “halk koşusu” yapılacaktı! Birinci köprü kapatılacaktı! Taksime gidişler durdurulacaktı! Ben de Anadolu yakasında iskan etmekteydim ve otobüse bindiğim zaman, araç ikinci köprüye doğru yönelenene kadar uyanamamıştım.
Bundan sonrasını, “Boğaz Turu” şeklinde ikinci bir başlıkla anlatmayı isterdi gönlüm zira, görülmedik ne Anadolu kavakları kaldı, ne Rumeli hisarı, ne Bebek, ne Levent ne hede ne hödö. (Otobüste ayakta olduğumu ve bu sırada en kısa süre içinde varis çorabı almaya karar verdiğimi ve sonra karar verdiğim birçok şey gibi onu da otobüsten inene kadar unuttuğumu ve bu sebeple bir türlü beklediğim devrimi gerçekleştiremediğimi de belirteyim. Parantez koyalım.)
Bu aşamadan sonrası için de “maraton” başlığını uygun görüyorum. Zira, İnönü stadından itibaren maratoncularla birlikte koştuk. Hatta gönül isterdi ki, o su boşaltan tankerin orada, suyun altına geçir kafayı, sonra git madalyayla tişört de al gel. Tabi bunu yapmak yerine, “ilk hedefin Emek Sineması, ileri!” şeklinde kendime ata yadigarı bir komut vererek, kâh uçarak, kâh eserek sinemaya ulaştık. Hatta arkadaşım hızını alamayıp bana çarpınca ufaktan da bir spor yaralanması geçiriyorduk. Geçirmedik. Bunun yerine yarı boş salonda Factotum’u izleyerek “ayh bacaklarım” diye diz döverek vakit geçirdik. Güzel de yağmur yağıyordu dışarıda. (Böyle de pastoral bir nokta koyalım yazıya.)