6 Yorum 6 Yorum  | 08 Eylül, 2005

"Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Rock 'n Coke’a giden küçük bir kız çocuğu varmış. Bu kız çocuğu, her aktivitede yaptığı gibi yine toplu taşıma araçlarını kullanıyormuş" diye başlıyor bizim hikayemiz.

Skin, Korn ve Cure’ün 3’ü 1 arada yapacağı güzel bir gün erkenden başlar. Erken dediysek abartmayalım. Kahramanımız saat 17 civarında otobüs kuyruğundadır. Bu kuyruğu bir yere not edin, çünkü kahramanımız kendisini bekleyen bilet kontrol, bilet kesme, çanta kontrol ve en sonunda da cardrock kuyruklarından henüz bihaber. Şu anda onu rahatsız eden tek şey, dakika başı yanına gelip “Bilet verelim mi abla? 3 bilete gidiyor bak.” diye diklenen satıcılar. Hayır, akbilim var ve hayır, 2 bilete gidiyor.

Akbilimle aramızda özel bir bağ var. Ucu ucuna beni aktarmalara yetiştirip o diruudidip sesini çıkardığında ve hep içinde özenle 380 kontör gibi abuk kontörler bulundurmasıyla, çoğu zaman uğruna beklediğim dolum kuyruklarının çilesini unutturur bana. Her ne kadar bu sene patlama gösteren ulaşım fiyatları kendisini hafiften cepten çıkarıp çantaya koydurtsa da her ilişkide olur böyle dönemler diyoruz. Hani, otobüslerin dolmuşlara yenildiği türden. Şunu bir köşeye yazmalı, otobüs her zaman saatinde kalkar, dolmuşun ise dolması gerekmektedir.

Hoş, RocknCoke’a giden otobüs biraz daha farklıcaydı. Bu otobüsün de kalkması için dolması gerekiyordu ama şikayet etmedik. Arkadaşımla yaklaşık 30 dakika bekleyip, zil-zurna sarhoş “kusura bakmayın araya kaynak yapıyoruz ehehıjk” diyen iki hatunun da eklenmesiyle iyice alevlenen, yarım saat içinde iki şişe kavaklıdere kırmızı şarap devirmiş kitleyi de geçtikten sonra otobüste yerimizi aldık.

Ve otobüs doldu ve daha da doldu ve en fazla doldu. Artık heryerde insan vardı. Şoför kalkmaya karar verdi, bu şekilde 1,5 saatlik kesintisiz bir şehir-içi yolculuğa da start vermiş olduk. Trafik yok. Araç da hızlı gidiyor ama bir süre sonra “naber nasılsın”lar, “össde 280 puan yaptım çok iyi değil mi”ler, “jonathan davis’in boyu 190 mış biliyor muydun”lar kesilince insanlar da mızmızlanma başladı. Alternatif gençliğin otobüs içi manzarasını da aksettirelim; az sonra 4 ocak 1987 doğumlu olduğunu tüm otobüsün duyacağı, file etek, siyah converse hatunumuzun midesi bulanır. Arkadaşım yer vermeyi teklif eder ama hatun “alternatif”tir ve hemen bir çözüm üretir, yere oturur. Buraya kadar çok alternatif de, yerden kalktıktan sonra kolonyalı bezle bacaklarını silmesi kısmına pek mana veremedik.

Herneyse. Bu arada kırmızı otobüslerin en sevmediğim özelliği olan yanyana 4lü koltukların kapladığımız iki kişilik yeri haricindeki koltukta alternatif bir abimiz ve alternatif bir ablamiz uyumaktadırlar. Buraya kadar herşey gerçekten normal. Sanırım alternatif olan kısmı, abimizin bir omzunun benim alanımın %50sini işgal etmesi olabilir. Evet, sanırım budur.

Vakit ilerler, uyuyan uykusunda, yerde oturan mide bulantısında, gevezeler yüksek sesle çene çalmakta, ha bu arada hikaye anlattığımıza göre bir de develer tellal, pireler berber, bildiğimiz çayır-çimen otları dişhekimiyken, otobüsten homurtular gitgide yükselmektedir. Derken olan olur. Alternatif bir abimiz, muhtemelen yaş 15, cebinden alternatif sigarasını, ismi lazım değil marlborodur kendisi, ve çakmağını çıkarır; yakar. Ve sırayla otobüste sigaralar yanmaya başlar. O köşe sigara köşesi, bu köşe dumanaltı derken ortada kahramanımız kalır. Üstüne üstüne dumanlar üfürülmekte, gaz-geçirgen olan lensleri olanca hızıyla gözlerini yaşartmakta ve küller, hırkasına desen yapmaktadır. Rüzgarın esiş yönü ve camlardan içeri giren hava akımının hesabına düşemeyecek kadar alkollü alternatif arkadaşlar kültablası niyetine; koltuklar, üstlerimiz başlarımız ve yerleri kullanmaya başlayınca, arkadaşım ayakta duran birini çekiştirir ve şöyle der “ne zamandan beri otobüste sigara içiliyor?”
İşte hikayemiz de böyle biter.

Durun aslında bitirmemiştim. Milletin yarısına kadar bile okumaya üşeneceğini garantilediğim bu yazının bir de otobüsün durdurulma kısmı var ki burası başlı başına bir paragraf eder; (buyrun)

Beylikdüzü kavşağında otobüs durur. Ah hayır, ne şehir magandaları, ne de Redkit’ten fırlamış joe-jack-brian-avarel kardeşler (3ncüsü brian miydi yoksa sallıyor muyum?)... Bunlar düpedüz alternatif magandalar. Şoförle konuşup, otobüsü durdurup inen; “Tekel bayiini durak olarak belledik, bakın biz çok alternatifiz, ooh şimdi otobüsü 10 dk otobanın köşesinde bekletiriz de, yaylana yaylana gidip kutu biralarımızı alırız, şoföre de kıyak olsun diye bir şişe su yollarız.” diyen magandalar.

Her aktiviteye giderken otobüs, minibüs ve benzerini kullanmayı çok seven bendeniz, bu yolculuk bittiğinde, duygularımı ifade etmek için şunları dedim; “oh.. hele şükür.”

Şimdi yazının ana fikrine gelelim, okuduğumuzu anladık mı?
Otobüsler, toplu taşıma araçlarıdır.
Toplu taşıma araçlarında, seyir halindeyken şoför rahatsız edilmez.
Yüksek sesle herkesi rahatsız edecek biçimde konuşulmaz.
Milletin üzerine abanıp uyunmaz.
Durak olmayan yerde otobüs durdurulmaz. Hadi durduruldu diyelim, 10 dakika bekletilmez!
Kabuklu yemişleri felan geçtim, o an fırsatım olsaydı “gel muccuk” diyip fındık fıstık atardım orası ayrı ama sigara ne ola ki?!
Bu kadar geride kaldınız “alternatif” arkadaşlarım.
Eğer alternatif olmak uğruna yapıyorsanız, üzgünüm çok mainstreamsiniz, aykırı olmak namına yapıyorsanız, üzgünüm çok özentisiniz. Yok, aş eren hatun moduna girip “sigaram geldi!” diye kriz-atağı geçiriyorsanız, üzgünüm bir bağımlısınız. Bu durumda size şu şarkıyı hediye ediyorum;

“We’re so creative so much more
High above but on the floor.
It’s not a habit it’s cool i feel alive
If you don’t have it, you’re on the other side
I’m not an addict.
That’s a lie.”


Bu hikayenin sonunda gökten 3 elma yerine, şiddetli bir sağanak düştü. Şemsiyemiz vardı bizim. Muradımıza da erdik. Kerevete de siz çıkın lakin yoruldum.

6 Yorum:

Blogger Vladivostox dedi ki...

dalton'ların üçüncüsü william'dır.
insanlar her sene aynı şeylerden şikayet edip de hala gidiyorlarsa eğer, bunda da bi gariplik var. en az "alternatif" elemanlar kadar...

Perşembe, 08 Eylül, 2005

 
Blogger fatima dedi ki...

alter-elemanlarin cogunun bunlari hatirlayacak kadar ayik oldugu hususunda suphelerim var. ayrica tuvaletimin gelmesinden sikayet etmem, tasmis foseptik cukurundan daha icacici olmayan tuvalet kabinlerinden edebilirim. degil mi ama.
daltonlarin 3ncusu brian olsa, bak cok yakisti. ama william da fena halde uygun. evet. onu bu sekilde de kabul edebilirim.

Perşembe, 08 Eylül, 2005

 
Blogger spineless dedi ki...

otobüsleri doldurmaya çalışmak mantıklı geliyor bana. 50.000 kişilik festival, yarısının kendi arabası var diyelim. kalan 25binin de 3/4'ü mecidiyeköy, bakırköy ve kadıköy'den gelsin, taksim'e 6.250 kişi kalıyor. ki bir otobüste 60 kişi (belki) oturabiliyordur.

bu arada tuvalet kabinleri (çok klişe ama) genelde yurtdışındaki festivallerde de böyle oluyor. sadece biz tuvalet kağıdı serip klozete oturacağımız yerde çamurlu ayaklarla tepesine tünemeyi seviyoruz. tek sorun bu olsa gerek.

zaten çok afedersin ama götünüze su sıçramazsa bi hastalık falan kaptığınız da yok.

Cuma, 09 Eylül, 2005

 
Blogger fatima dedi ki...

yurtdisinda herhangi bir aktiviteye katilmisligim yok. kralice elizabeth'in halki selamlamasi'ni saymiyoruz degil mi?
butunlemeler kotu gittikce yazilara aksediyor. ha bir de sigaradan nefret ederim. orasi ayri.

Cuma, 09 Eylül, 2005

 
Blogger ee dedi ki...

yazıyı sonuna kadar okuyamayacağımı sanıyordum ama "alternatif" yaklaşımların ilgimi çekti...

yazdıklarının hepsinde,yerden göğe haklısın..

Cumartesi, 17 Eylül, 2005

 
Blogger Mert dedi ki...

Birde o otobus, taksi ve benzeri araclardan atilan sigara izmaritlerinin sizin kullandiginiz aracin on camina carpip sileceklerin oraya dusme ihtimali vardir, ha bu ihtimal sonbahar mevsimine denk gelmis ise sileceklerin bulundugu bolme kuru agac yapraklari ile doludur ve koprude giderken on sileceklerin oradan duman gele gele (ve kufrede kufrede) kopruyu gecer sonra musait bi yerde durur ve tanimadiginiz bir dudaktan cikan sigara kendi eliniz ile alinarak sondurulur. (bknz. hayatimda en buyuk kufrettigim gun)

Pazar, 25 Eylül, 2005

 

Yorum Yaz